Op-ed Articles - Düşünceler

 

 (The articles in English come after the Turkish ones).

Makale 4:

Kenya’da Krizin KökenleriKenya’da Kökenleri

1963 yılında İngilizlerden bağımsızlığını kazanan Kenya, 55 milyon nüfusu ile Doğu Afrika bölgesinde jeostratejik önemi olan ülkelerden biridir. Kenya, genç nüfus oranı (takriben yüzde 60) oldukça yüksek olan bir Afrika ülkesidir. Ülke nüfusunun yüzde 50’den fazlası tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlamakta ve ülkede 40’tan fazla etnik grup bulunmaktadır. Bu etnik gruplar ülkenin siyasi ve toplumsal gelişiminde son derece önemli rol oynamaya devam etmektedir. Ülkedeki en büyük etnik grupları Kikuyular (%22) ve Luhyalar (%14) oluşturmaktadır. Kenya’da sömürü döneminin siyasi, ekonomik ve toplumsal etkileri günümüzde hala devam etmektedir. İngiltere, 1888 yılında bu ülkedeki sömürü faaliyetlerine başlayarak ülkenin ham madde kaynaklarını ve insan kaynaklarını sömürmeye başlamış, ülkedeki yerli halkın topraklarına ve mallarına el koymuş ve bu gelişmelerin ardından ülkede ortaya çıkan isyanlar İngiliz ordusunun sert müdahaleleri ile bastırılmıştır.  Mau Mau İsyanı (1952-1960), bu isyanlar içindeki en büyük ve en önemli isyan ya da direniş hareketi olarak bilinmektedir. Bu isyan hareketinde 12 bin Kenyalı, İngiliz askerlerince öldürülmüş ve binlerce Kenyalı da tutuklanmıştır. Bu yazıda Kenya’da son yıllarda yaşanan benzer siyasi, toplumsal ve ekonomik krizlerden bahsedilecektir.

Kenya’da Protestolar: Siyasi ve Ekonomik Sebepler

Kenya’da halk; hükümetin yolsuzluklarına, adaletsizliklerine ve ekonomideki başarısız politikalarına karşı sokaklara inerek hükümeti protesto etmektedir. 2023 yılında muhalefetin çağrısı ile vergi zamlarını ve hayat pahalılığını protesto etmek için sokaklara inen Kenyalılar hükümeti protesto etmişti. Bu protestolarda 15 kişi hayatını kaybetmiş ve 100’lerce kişi de tutuklanmıştı. Kenya’da ağırlıklı olarak gençlerden oluşan protestocular 2024 Haziran ayında da sokaklara inerek hükümetin vergileri artırmak için hazırladığı 2024 Vergi Yasa Tasarısı’nı protesto etti. Hükümet, 2024 Vergi Yasa Tasarısı ile ekmek, yağ, çocuk bezi gibi temel ihtiyaç ürünlerinden vergi alarak uluslararası kredi kuruluşlarına olan borçlarını ödemeyi hedefliyordu. Nairobi şehrinde başlayan protestolar kısa süre içinde ülkenin birçok şehrine yayıldı. Bu protestolarda en az 50 kişi hayatını kaybetti ve 100’lerce kişi de tutuklandı. Devlet Başkanı William Ruto, bu protestoların ardından 2024 Vergi Yasa Tasarısı’nı imzalamayacağını açıkladı. 11 Temmuz 2024 tarihinde de Devlet Başkanı Ruto kabine üyelerinin hepsini, dışişleri bakanı hariç, görevden aldı. Protestocular ise hükümet üyelerinin lüks tüketimlerinden vergi alınmasını, kamu kaynaklarının israf edilmemesini ve Devlet Başkanı Ruto’nun istifasını istiyordu. 2022 yılında refah içinde yaşama vaadi ile halkın ve bilhassa gençlerin desteğini alarak iktidara gelen Ruto Hükümeti, 2024 Haziran ayındaki protestolarla siyasi meşruiyetini halk nezdinde büyük ölçüde kaybetti.

Protestolarda Dış Faktörler

Protestocuların örgütlenmesi için sosyal medyayı aktif olarak kullanan Kenyalılar, Ruto Hükümetinin Batı ile olan ilişkilerini de eleştirmektedir. Örneğin IMF ve Dünya Bankası’ndan alınan kredilerin ardından ülke ekonomisinin şekillenmesinde büyük rol oynamaya başlayan finansal kredi kuruluşlarının politikaları Kenyalılar arasında ciddi bir eleştiriye neden oldu. 2024 Vergi Yasa Tasarısı’nın da oluşturulmasını tavsiye eden ve Ruto Hükümetinin ekonomi politikalarını da önemli ölçüde yönlendiren Batılı uluslararası kredi kuruluşlarının politikaları Kenyalılar arasında ciddi bir rahatsızlığa sebep oldu. Ayrıca Ruto Hükümetinin 2023 Ağustos ayında Haiti’de çetelerle mücadele etmesi ve bu ülkede şiddeti durdurması için Karayip ülkesi Haiti’ye 400 kişilik bir polis gücü göndermesi halk nezdinde ciddi bir şekilde hoşnutsuzluğun ortaya çıkmasına ve Ruto Hükümetinin ABD’nin çıkarlarına hizmet ettiğine dair eleştirilerin artmasına sebep oldu.  Kenya, ABD’nin Doğu Afrika’daki en önemli stratejik ortaklarından biridir. Uhuru Kenyatta döneminde (2013-2022) Kenya, Çin ile büyük altyapı anlaşmaları imzalayarak dış politikasını çeşitlendirmek, Çin ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmek için önemli adımlar atmıştır.

Kenya’da Etnik Siyaset

Ülkenin en önemli siyasi sorunlarından bir tanesi iktidar partilerinin ve devlet başkanlarının kendi kabile ve etnik yapılarını devlet kademelerine yerleştirmeleridir. Böylece ülkedeki diğer etnik gruplara karşı ayrımcılık yapılması ile ülkedeki siyasi gerilim sürekli artmış ve bu durum ülkenin siyasi istikrarının önünde büyük bir engel oluşturmuştur. Örneğin 2008 yılında etnik çatışmaların sonucunda 1000’den fazla Kenyalı sivil hayatını kaybetmiştir. Ayrıca, ülkenin bağımsızlığından sonra ülkedeki iktidar partilerinin tek parti iktidarına dönüşmesi, ülkenin siyasi ve ekonomik gücünü tek partili otoriter bir sistem içinde kullanmaları da ülkenin siyasi çeşitliliğinin ortaya çıkmasına ve ülke siyasetinin gelişmesine sürekli engel oluşturmaktadır.

Sonuç

Kenya’nın Doğu Afrika’nın önemli ticari merkezlerinden birisi olarak siyasi ve ekonomik istikrarını güçlendirmesi, çevre ülkelerle ekonomik iş birliğini genişletmesi ve derinleştirmesi Kenya’nın siyasi ve ekonomik bağımsızlığı için büyük bir önem taşımaktadır. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarının Kenya’nın ekonomi politikalarını yönlendirmesi ve şekillendirmesi kısa vadede ülkenin ekonomisine olumlu etkide bulunabilir ama uzun vadede Kenya’nın ekonomik istikrarına katkı sağlamayacağını söyleyebiliriz. Kenya’nın siyasi ve tarihi tecrübelerini kullanarak kendi siyasi ve ekonomik geleceğini IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlardan bağımsız olarak inşa etmesi Kenya’nın stratejik gücüne önemli ölçüde katkı sunacaktır. Ayrıca Kenya’nın Çin, Rusya, Hindistan ve Türkiye gibi Batı dışı aktörlerle stratejik ilişkilerini güçlendirmesi Kenya’nın Batılı aktörlerle olan ilişkilerini de önemli ölçüde dengeleyecektir. Kenya’daki partilerin etnik siyaset anlayışının yerine tüm etnik yapıları kapsayacak bir anlayışla siyaset geliştirilmesi Kenya’daki siyasi ve ekonomik gerilimin de düşmesine önemli ölçüde katkı sağlayacaktır. Bu çalışmada Kenya’daki siyasi ve ekonomik krizlerin tahlili yapılmıştır. Sonraki çalışmalarda Doğu Afrika bölgesinde ülkelerin güvenlik politikalarını etkileyen faktörler analiz edilecektir.

(Bu yazı 17 Ağustos 2024 tarihinde Türkiye Araştırmları Vakfı (TAV)’nın websitesinde yayımlanmıştır).

 https://turkiyearastirmalari.org/2024/08/17/fokus/fokus-kenyada-krizin-kokenleri/


Op-ed Article 4: 

The Roots of the Crisis in Kenya

Kenya, which gained its independence from the British in 1963, is one of the geostrategically important countries in the East African region with a population of 55 million. Kenya is an African country with a very high proportion of young people (approximately 60 percent). More than 50 percent of the country's population makes a living from agriculture and animal husbandry, and there are more than 40 ethnic groups in the country which play a significant role in the political and social development of the country. The largest ethnic groups in the country are the Kikuyu (22%) and the Luhya (14%). The political, economic, and social effects of the colonial period in Kenya still continue today. In 1888, England began its colonial activities in this country, exploiting the country's raw material resources and human resources, seizing the lands and properties of the indigenous people in the country, and the rebellions that emerged in the country following these developments were suppressed by the harsh interventions of the British army. The Mau Mau Rebellion (1952-1960) is known as the largest and most important rebellion or resistance movement among these rebellions. In this rebellion movement, 12 thousand Kenyans were killed by British soldiers, and thousands of Kenyans were arrested. This article will discuss similar political, social, and economic crises experienced in Kenya in recent years.

Protests in Kenya: Political and Economic Reasons

In Kenya, the people take to the streets to protest the government's corruption, injustice, and failed economic policies. In 2023, Kenyans took to the streets to protest tax increases and the high cost of living upon the call of the opposition. 15 people lost their lives and hundreds of people were arrested in these protests. In Kenya, protesters, mainly consisting of young people, took to the streets in June 2024 to protest the 2024 Tax Bill, which the government prepared to increase taxes. The government aimed to pay its debts to international financial institutions by taxing basic necessities such as bread, oil, and diapers with the 2024 Tax Bill. The protests that started in Nairobi spread to many cities in the country in a short time. At least 50 people lost their lives and hundreds of people were arrested in these protests. President William Ruto announced that he would not sign the 2024 Tax Bill after these protests. On July 11, 2024, President Ruto dismissed all members of his cabinet, except for the foreign minister. The protesters, on the other hand, wanted taxes to be collected on the luxury consumption of government members, public resources not to be wasted, and President Ruto to resign. The Ruto government, which came to power in 2022 with the promise of a prosperous life and the support of the people, especially the youth, lost a great deal of its political legitimacy in the eyes of the people with the protests in June 2024.

External Factors in Protests

Kenyans, who actively use social media to organize protesters, also criticize the Ruto Government's foreign policy with the West. For example, the policies of the international financial institutions, which began to play a major role in shaping the country's economy after receiving loans from the IMF and the World Bank, have caused serious criticism among Kenyans. The policies of international financial institutions, which also recommended the creation of the 2024 Tax Bill and significantly guided the Ruto Government's economic policies, have caused serious discomfort among Kenyans. In addition, the Ruto Government's sending a 400-person police force to the Caribbean country of Haiti in August 2023 to combat gangs and stop violence in the country has caused serious discontent among the public and increased criticism that the Ruto Government serves the interests of the United States. Kenya is one of the United States' most important strategic partners in East Africa. During the Uhuru Kenyatta era (2013-2022), Kenya took important steps to diversify its foreign policy and strengthen its political and economic relations with China by signing major infrastructure agreements with China.

Ethnic Politics in Kenya

One of the most important political problems of the country is that the ruling parties and heads of state place their own tribal and ethnic structures in government positions. Thus, political tension in the country has constantly increased due to discrimination against other ethnic groups in the country, and this situation has become a major obstacle to the political stability of the country. For example, more than 1,000 Kenyan civilians lost their lives as a result of ethnic conflicts in 2008. In addition, the transformation of the ruling parties in the country into a single-party government after the country's independence and the use of the country's political and economic power within a single-party authoritarian system constantly hinder the emergence of the country's political diversity and the development of the country's politics.

Conclusion

Strengthening of Kenya’s political and economic stability as one of the important trade centers of East Africa, and its expansion and deepening of economic cooperation with neighboring countries are of great importance for Kenya’s political and economic independence. The guidance and shaping of Kenya’s economic policies by international financial institutions such as the IMF and the World Bank may have a positive impact on the country’s economy in the short term, but we can say that it will not contribute to Kenya’s economic stability in the long term. The use of Kenya’s own political and historical experiences to build its own political and economic future independently regardless of getting help from the Western international financial institutions such as the IMF and the World Bank will contribute significantly to Kenya’s strategic power. In addition, strengthening Kenya’s strategic relations with non-Western actors such as China, Russia, India, and Turkey will also significantly balance Kenya’s relations with Western actors. Developing politics with an understanding that encompasses all ethnic structures instead of the ethnic political understanding of the parties in Kenya will also contribute significantly to the decrease in political and economic tension in Kenya. This study analyzes the political and economic crises in Kenya. In subsequent studies, the factors affecting the security policies of countries in the East African region will be analyzed.

(This article was published in Turkish on the website of the Turkish Research Foundation (TAV) on August 17, 2024).

https://turkiyearastirmalari.org/2024/08/17/fokus/fokus-kenyada-krizin-kokenleri/


Makale 3:

Türkiye-Afrika İlişkilerinde Yeni Jeopolitik Dengeler ve Dinamikler

Türkiye-Afrika İlişkilerinin Kısa Tarihi 

Türkiye’nin Afrika kıtasında 16. Yüzyıla dayanan güçlü tarihi derinliği bulunmaktadır. Bugünün Afrika haritasında takriben 13 ülke yüzyıllar boyunca Osmanlı toprakları sınırları içinde yaşamıştır. 1923 yılında genç Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte bu güçlü tarihi ilişkiler sekteye uğramıştır. 1923 yılında kurulan Cumhuriyetin kabul ettiği ve benimsediği batı kimliği Afrika kıtası ile ilişkilerin geliştirilmesini engellemiştir. 1950 sonrası dönemde Türkiye’nin batı ile artan siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkileri ve bunun sonucunda batıya olan aşırı bağımlılığı Türkiye’nin Afrika kıtası ile stratejik ilişki geliştirmesinin önünde sürekli engel olmuştur. Türk dış politikasında Afrika’nın jeo-politik önemi özellikle 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs Müdahalesi sonrasında ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu koyması ile daha fazla ortaya çıkmıştır. Kıbrıs Müdahalesi’nin ardından dönemin hükümetleri ve Türk siyaset yapımcıları ABD’nin güvenilir bir müttefik olup olmadığını sorgulamaya başlamış ve Türkiye’nin batıya olan yoğun ekonomik ve güvenlik bağımlılığının Türkiye’nin uzun vadede stratejik çıkarlarına zarar verdiğini düşünmeye başlamışlardır.

Bu amaç doğrultusunda Türk dış politikasının çeşitlendirilmesi için 1978 yılında Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Afrika Dairesi kuruldu. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Gündüz Gökçün tarafından I. Afrika Açılım Planı hazırlanmış, bu plan doğrultusunda siyaset ve işadamlarından oluşan bir heyet Türkiye-Afrika ilişkilerini geliştirmek için Nijerya, Kenya, Sudan ve Uganda ülkelerini ziyaret etmişlerdir. Türkiye aynı zamanda, Zimbabve ve Namibya gibi ülkelerin bağımsızlık mücadelelerine de Birleşmiş Milletler’de siyasi destek vermeye başlamıştır. 12 Eylül 1980 darbesi ile I. Afrika Açılım Planı sekteye uğramış ve Somali, Tanzanya ve Gana’daki Türk Büyükelçilikleri kapatılmıştır. 1998 yılında ise dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in liderliğinde siyasetçilerin, diplomatların, işadamlarının ve sivil toplum örgütlerinin katkısı ile II. Afrika Eylem Planı hazırlanmış fakat dönemin siyasi ve ekonomik krizleri sebebi ile bu eylem planı da uygulanamamıştır.

2000 Sonrası Türkiye-Afrika İlişkileri

Uluslararası aktörler, Afrika kıtasının sahip olduğu jeo-politik önemi, Afrikalı ülkelerinin hızla büyüyen ekonomileri, kıtanın dinamik genç nüfusu ve zengin yeraltı zenginlikleri gibi sebeplerden dolayı Afrika kıtasını uluslararası sistemin çok önemli bir parçası ve aynı zamanda 21. yüzyılın vazgeçilmez bir rekabet alanı olarak görmeye devam etmektedirler. 2000 sonrası dönemde dünya politikasında yeni dinamikler ortaya çıkmış, batının uluslararası sistemdeki baskın hakimiyeti sorgulanmaya başlanmıştır. Özellikle de Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya’nın yeni yükselen güçler olarak dünya ekonomisinde ve politikasında daha aktif rol oynamaya başlamaları II. Dünya Savaşı ile ortaya çıkan batı odaklı küresel sisteme karşı yeni bir alternatif güçün ortaya çıktığını göstermiştir.

2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Hükümeti’nin iktidara gelmesi ile de Türk siyaseti ve Türk dış politikası köklü değişim ve dönüşüm sürecine girdi. AK Parti elitleri Türkiye’nin stratejik konumunu daha dinamik bir şekilde ele alarak Türkiye’nin bir Afro-Avrasya ülkesi olarak tanımladı. AK Parti hükümetleri ile Türkiye’nin Afrika kıtasına bakışı ideolojik bir zeminden stratejik bir alana kaydığını ifade edebiliriz. 2005 yılının Türkiye’de Afrika yılı olarak ilan edilmesinin ardından kıta ile çok yönlü ve çok güçlü bir ilişki geliştirmek için önemli adımla atıldı. 2008 yılında Afrika kıtasında 15 yeni büyükelçilik açma kararı alan AK Parti hükümeti, kıta ile stratejik ilişkilerini geliştirme konusundaki kararlılığını göstermiş oldu. 2008 yılına kadar Afrika kıtasında toplam 12 büyükelçiliği bulunan Türkiye’nin bugün tüm kıtada 43 diplomatik temsilciliği bulunmaktadır. Türkiye, bugün kıtadaki kurduğu güçlü diplomatik ağ ile kıtadaki siyasi meşruiyetini ve görünürlülüğünü artırarak kıta ülkeleri ile siyasi, ekonomik ve sosyal ilişkilerini daha fazla derinleştirmeye başlamıştır.

Türkiye’nin kıta ülkeleri ile ticari ve ekonomik ilişkileri de diplomatik ve siyasi ilişkilerin güçlenmesine paralel olarak artmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin tüm kıta ile toplam ticareti 2003 yılında 5,4 milyar dolar iken bu rakam bugün 40 milyar doları aşmıştır. Türk Hava Yolları (THY)’nın Afrika kıtasında 40 ülkede 60 şehre uçması Türk işadamlarının Afrikalı işadamları ile daha kolay iletişim kurmasını sağlamıştır. Ayrıca, 40’dan fazla Afrika ülkelerinde Türkiye-Afrika İş Konseyi’nin kurulması ikili ticari ilşikilerin gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) gibi Türk işadamları dernekleri de Türkiye’nin Afrika ile ekonomik ilişkilerin gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca vurgulanmalıdır ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2005 yılından itibaren toplam 33 Afrika ülkesini ziyaret ederek Türkiye’nin kıtada kalıcı bir stratejik aktör olarak ortaya çıkmasında ve Afrika ülkeleri ile ilişkileri derinleştirmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır.

AK Parti hükümetleri, Türkiye’nin kıta ile stratejik ortaklığını güçlendirmek ve bunu kalıcı hale getirmek için bir dizi önemli politikaları hayata geçirmiştir. Bunlardan en önemlileri Türkiye-Afrika Ortaklık Zirveleri’nin düzenlenmesidir. Birincisi İstanbul’da 2008 yılında 40’dan fazla Afrikalı üst düzey temsilcinin katılımı ile gerçekleşen I. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesidir. Bu Zirve, Türkiye’nin kıtadadaki siyasi meşruiyetini güçlendirmiş ve Afrika ülkeleri ile daha hızlı ikili ilişkilerin geliştirilmesine zemin hazırlamıştır. İkincisi 2014 yılında Ekvator Ginesi’nde yapılan II. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi ile Türkiye’nin kıtadaki stratejik varlığı güçlendirilmiştir. III. Türkiye-Afrika Zirvesi ise Covid-19 pandeminin etkisi ile 2021 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu zirveye 16 devlet başkanı katılırken 100’ün üzerinde Afrikalı bakan katılmıştır. Zirvelerin devamlılığı Türkiye-Afrika ilişkilerinde süreklilik sağlanması açısından büyük bir önem taşımaktadır. Türkiye, zirve diplomasileri ile kıta ülkeleri ile siyasi, ekonomik, güvenlik ve sosyal ilişkilerini derinleştirmeyi hedeflemektedir.

Türkiye aynı zamanda kıta ile stratejik ortaklığını derinleştirmek için bölge ve bölge-altı örgütlerle de işbirliği anlaşmaları yapmaktadır ve bu örgütlere akredite olmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, Afrika Birliği (AfB), Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ve Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi (IGAD) gibi örgütlere akredite olmuştur. Afrika Kalkınma Bankası (AfDB)’na da bölge dışı donör olarak üye olmuştur. 2008 yılında Türkiye, Afrika Birliği Zirvesi’nde kıtanın stratejik aktörlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Türkiye, bölge ve bölge dışı aktörlerle işbirliğini genişleterek kıtadaki örgütler düzeyinde de stratejik varlığını güçlendirerek kıtanın önemli aktörlerinden birisi olarak kabul edilmiştir.

Türkiye'yi Afrika Siyasetinde Özgün Aktör Yapan Faktörler Nelerdir?

Türkiye’yi kıtada özgün bir aktör yapan en önemli etkenlerden birisi de Türkiye’nin insani yardım ve kalkınma yardımları politikasıdır. Türkiye özellikle de Somali’deki insani yardım ve kalkınma yardımları ile bu ülkedeki ihtiyaç sahiplerine doğrudan yardımda bulunarak bu insanların daha iyi bir hayat şartlarında yaşamaları için sayısız projeleri hayata geçirmiştir. Ülkenin altyapısının inşa edilme sürecine de katkı sağlayarak halkın daha iyi şartlarda yaşamalarına katkıda bulunmuştur. Devlet kurumları ile Türk sivil toplum örgütleri yardım faaliyetleri için birlikte çalışmaktadır. Türkiye, Somali’deki siyasi istikrarın gelişmesine katkı sağlamak için federal hükümet ile Somaliland yönetimi arasında konferanslar düzenlemiştir. Ekonomik istikrarın gelişmesi için ülkede tarım desteklenmekte ve girişimci olan kadın ve erkeklere ekonomik destek sağlanmaktadır. 20 yılda binlerce Afrikalı öğrenci Türkiye'de eğitim gördü. Şu anda Türk üniversitelerinde eğitim gören öğrenci sayısının 60 binin üzerinde olması, uzun vadede Türkiye-Afrika ilişkilerinin eğitim ve kültürel ayağını güçlendiren önemli örneklerden biridir.

Türkiye ayrıca uzun yıllar güvenlik sorunu yaşayan Somali’nin güvenlik sorununa kalıcı çözüm bulmak için Somalili asker ve polislere de Türkiye’de ve Mogadişu’da eğitim imkanı sağlamaktadır. Türkiye, Somali ordusunun inşası ve ülkede güvenliğin kalıcı olarak sağlanması için 2017 yılında Mogadişu’da Türk askeri eğitim üssü açılmıştır. Türkiye’nin Afrika’daki insani ve kalkınma yardım politikasının sadece yardım ayağı bulunmamaktadır. İnsani yardım politikasının ayrıca siyasi, sosyal, ekonomik ve güvenlik ayakları da bulunmaktadır. Türkiye, insani yardım politikasının stratejik unsurlarını uyum içinde gerçekleştirerek yardım faaliyetlerinin ülkede kalıcı bir siyasi, ekonomik ve sosyal dönüşüme katkı sağlaması için çaba göstermektedir. Türkiye’nin Afrika ülkelerindeki insan odaklı yardım politikalarının Afrika ülkeleri ile çok yönlü ilişkileri derinleştirmek için de bir altyapı oluşturduğunu vurgulamak gerekir. Türkiye’nin Afrika kıtasındaki yeni stratejik yaklaşımı devlet ve devlet dışı aktörlerin birlikte aktif olarak alanda çalışması ilkesine dayanmaktadır. Diğer bir ifade ile Türkiye, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Diyanet, Anadolu Ajansı, Kızılay gibi devlet kurumları ile Afrika ülkelerine insani ve kalkınma yardımları yaparken aynı zamanda Türk sivil toplum örgütleri ile de güçlü işbirliği yaparak kıtadaki etkisini ve görünürlülüğünü daha fazla artırmaktadır.

Türkiye-Afrika İlişkilerinde Yeni Jeopolitik Dinamikler

2016 yılına kadar Türkiye’nin Afrika politikasında özellikle yumuşak güç politikası baskın iken 2016 sonrasında hem yumuşak güç politikası hem de sert güç politikası unsurları kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin 2017 yılında Somali’de açılan Türk askeri eğitim üssü, 20’den fazla Afrika ülkesi ile savunma ve güvenlik anlaşmaları imzalanması, 2020 yılında Türkiye’nin Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni Libya Ulusal Ordusu’nun saldırılarına karşı koruması ve bu ülkede askeri bir üs kurması Türkiye’nin Afrika politikasında değişen yeni dinamikleri gösteren önemli örnek olarak gösterilebilir.

Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayii alanındaki başarısı tüm dünyada dikkatle takip edilmektedir. Özellikle de Türk insansız hava araçlarının Azerbaycan’da, Libya’da ve Ukrayna’daki başarıları Türk İHA/SİHA’larına Afrika ülkelerinde ve tüm dünyada ilgiyi daha çok artırmıştır. Türkiye’nin Afrika kıtasındaki artan sert güç politikası ile Türk savunma sanayii ürünleri kıta ülkelerinde daha fazla dikkat çekmeye başlamıştır. Bunun sonucunda Türkiye, Afrika ülkelerine Türk savunma sanayii ürünlerini daha fazla ihraç etmeye başlamıştır. Türkiye’nin savunma sanayii alanındaki kapasitesinin artması ve bu alanda batıya olan bağımlılığının azalması Türkiye’nin Afrika ülkelerinde savunma sanayii alanında daha aktif rol oynamasına zemin hazırlamıştır.

Ayrıca, 2011 yılı sonrasında Arap Baharı ile Türkiye’nin çevresindeki ülkelerin siyasi, ekonomik ve güvenlik krizi yaşamaları sebebi ile Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile daha fazla siyasi ve ekonomik işbirliğine giderek bölgesindeki ekonomik açığını Afrika ülkeleri ile kapatmayı hedeflemiştir. 15 Temmuz 2016 yılında FETÖ terör örgütünün Türkiye’deki başarısız darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin Afrika politikasının amaçlarından biri de FETÖ terör örgütü ile aktif bir şekilde mücadele etmek olmuştur. Covid-19 pandemi süreci ve Rusya-Ukrayna Savaşı ile dünyada meydana gelen şiddetli ekonomik kriz tüm dünyayı olumsuz etkilediği gibi Türkiye’deki ekonomik sistemini de olumsuz etkilemiştir. Bu ekonomik krizin ortasında Türkiye, Afrika ülkeleri ile ticari ve ekonomik ilişkilerini daha fazla geliştirmek için yoğun bir ticari diplomasi hamlesi başlatarak ülkedeki ekonomik krizi hafifletmeyi amaçlamaktadır.        

Ortadoğu ve Körfez ülkelerinden Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye’nin özellikle de Doğu Afrika’daki artan varlığından rahatsız olmuştur. 2022 yılından itibaren Türkiye’nin bu ülkelerle yapıcı siyasi ilişkiler geliştirmesine rağmen Türkiye’nin bu bölgede artan jeo-politik gücü bölge ülkelerini rahatsız etmeye devam etmektedir. Bu ülkeler, Türkiye’nin bu bölgedeki artan etkisini azaltmak için siyasi, ekonomik ve askeri güçlerini kullanmaya devam etmektedir. Ayrıca, Türkiye’nin kıtadaki artan gücü batılı ülkeler için de kendi çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak görülmektedir. Bu münasebetle Türkiye’nin yeni dönemde kıta ile ilişkilerini inşa ederken kıtadaki yeni jeo-politik dinamikleri de dikkatle analiz etmesi Türkiye-Afrika ilişkilerinin geleceği açısından büyük bir önem taşımaktadır.

Sonuç

Türkiye’nin Afrika kıtası ile gerçekleştirdiği siyasi, ekonomik, güvenlik ve sosyal politikalarını bilimsel araştırmalarla güçlendirerek kıtadaki stratejik etkisini ve gücünü kalıcı hale getirmeyi hedeflemelidir. Türk Büyükelçilikleri, Maarif Okulları, Yunus Emre Kültür Merkezleri, Diyanet Vakfı ve TİKA’nın Afrika’daki faaliyetlerinin daha etkili bir şekilde gerçekleşmesi için bilimsel projelerden destek alınması gerekmektedir. Ayrıca sadece Afrikalı öğrencilerin Türkiye’de eğitim amaçlı bulunmaları Türkiye-Afrika ilişkilerinin kültür ayağını güçlendirmek için yeterli değildir, aynı zamanda Türk üniversitelerinden daha çok öğrencinin Afrika’daki üniversitelere eğitim amaçlı gitmelerinin teşvik edilmesi, Türk öğrencilerinin Afrika ülkelerinde Türk sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına katılmaları ve Türk öğrencilerinin devletin Afrika’daki kurumlarının sosyal projelerine katılmaları Türk öğrencilerinin Afrikayı daha iyi tanımalarına katkıda bulunacaktır. Türkiye’nin 21. Yüzyılda Afrika kıtasında kalıcı ve etkili bir aktör olarak kalabilmesi, kıta ile ilişkilerini nasıl değerlendireceği ve yeni ortaya çıkan dinamiklere nasıl cevap vereceği ile ilgili bir süreç olacaktır. Afrika’daki ilişkilerini stratejik bir düzlemde değerlendirebilen ve bu kıtadaki tarihi, sosyal ve kültürel dinamiklerini zenginlik olarak gören Türkiye, kıtada güçlü bir aktör olarak kalmaya devam edecektir.

 

Kaynak:

Sıradağ, A. (2024).  Türkiye-Afrika İlişkilerinde Yeni Jeopolitik Dengeler ve Dinamikler. Blog Post, 24 Mayıs 2024, https://abdurrahimsiradag.blogspot.com/p/op-ed-articles-dusunceler.html.

  

Op-ed Article 3:

 

New Geopolitical Balances and Dynamics in Türkiye-Africa Relations

A Brief History of Modern Türkiye-Africa Relations

Turkey has a strong historical depth in Africa dating back to the 16th century. On today's African map, about 13 countries lived within the borders of Ottoman territory for centuries. With the establishment of the Young Republic in 1923, these strong historical relations were disrupted. The Western identity accepted and adopted by the Republic established in 1923 prevented the development of relations with the African continent. In the post-1950 period, Turkey's increasing political, economic, and security relations with the West and, as a result, its excessive dependence on the West was a significant obstacle to the development of Turkey’s strategic relations with the African continent. The geopolitical importance of Africa in Turkish foreign policy became more evident, especially after Turkey's military intervention in Cyprus in 1974 when the USA placed an arms embargo on Turkey. After the arms embargo, the Turkish governments and Turkish policymakers began to question whether the USA was a reliable ally and began to think that Turkey's intense economic and security dependence on the West harmed Turkey's strategic interests in the long term.

For this purpose, the Department of Africa was established within the Ministry of Foreign Affairs in 1978 to diversify Turkish foreign policy. The First African Initiative Plan was prepared by the then Minister of Foreign Affairs, Ahmet Gündüz Gökçün, and in line with this plan, a delegation consisting of politicians and businessmen visited the countries of Nigeria, Kenya, Sudan, and Uganda to improve Turkey-Africa relations. Türkiye also started to provide political support to the independence struggles of countries such as Zimbabwe and Namibia at the United Nations. With the coup of September 12, 1980, the First African Initiative Plan was disrupted and Turkish Embassies in Somalia, Tanzania, and Ghana were closed. In 1998, under the leadership of the then Minister of Foreign Affairs İsmail Cem, with the contribution of politicians, diplomats, businessmen, and non-governmental organizations, the Second African Action Plan was prepared, but due to the political and economic crises of the period, this action plan could not be implemented.

Türkiye-Africa Relations After 2000

Global actors continue to see the African continent as a significant part of the international system and at the same time as an indispensable competitive area of the 21st century, due to reasons such as the geo-political importance of the African continent, the rapidly growing economies of African countries, the dynamic young population of the continent and its rich underground resources. In the post-2000 period, new dynamics emerged in world politics and the dominance of the West in the international system began to be questioned. In particular, China, Russia, India, Turkey, and Brazil began to play a more active role in the world economy and politics as new rising powers. It has shown that a new alternative power has emerged against the Western-oriented global system that emerged with World War II.

With the Justice and Development Party (AK Party) Government coming to power in 2002, Turkish politics and Turkish foreign policy entered a process of radical change and transformation. AK Party elites handled Turkey's strategic position more dynamically and defined Turkey as an Afro-Eurasian country. We can say that with the AK Party governments, Turkey's view of the African continent has shifted from an ideological basis to a strategic field. After 2005 was declared as the Year of Africa in Turkey, important steps were taken to develop a multifaceted and very strong relationship with the continent. By deciding to open 15 new embassies in the African continent in 2008, the AK Party government showed its determination to develop strategic relations with the continent. Turkey, which had a total of 12 embassies in the African continent until 2008, today has 43 diplomatic representations all over the continent. Today, Turkey has deepened its political, economic, and social relations with the continent. Turkey’s growing activism in Africa has increased its political legitimacy and visibility in the continent with the strong diplomatic network it has established in the continent.

Turkey's commercial and economic relations with the countries in Africa are also increasing in parallel with the strengthening of diplomatic and political relations. In this context, while Turkey's total trade with the entire continent was 5.4 billion dollars in 2003, this figure has exceeded 40 billion dollars today. The fact that Turkish Airlines (THY) flies to 60 cities in 40 countries on the African continent has enabled Turkish businessmen to communicate more easily with African businessmen. Additionally, the establishment of Türkiye-Africa Business Councils in more than 40 African countries contributes to the development of bilateral commercial relations. Turkish businessmen's associations such as the Independent Industrialists and Businessmen Association (MÜSİAD) also play an important role in the development of Turkey's economic relations with Africa. It should also be emphasized that President Recep Tayyip Erdoğan has visited a total of 33 African countries since 2005, playing a very important role in emerging as a strategic actor on the continent and in deepening relations with African countries.

AK Party governments have implemented a number of important policies to strengthen Turkey's strategic partnership with the continent and make it permanent. The most important of these is the organization of Türkiye-Africa Partnership Summits. The first is the first Türkiye-Africa Partnership Summit, which was held in Istanbul in 2008 with the participation of more than 40 African high-level representatives. This Summit strengthened Turkey's political legitimacy on the continent and paved the way for faster development of bilateral relations with African countries. The second one was held in Equatorial Guinea in 2014. Turkey's strategic presence on the continent was strengthened with the Second Türkiye-Africa Partnership Summit. The Third Türkiye-Africa Summit was held in 2021 due to the impact of the Covid-19 pandemic. While 16 heads of state attended this summit, more than 100 African ministers attended. The continuity of the summits is of great importance in terms of ensuring continuity in Türkiye-Africa relations. Turkey aims to deepen its political, economic, security, and social relations with the continent through summit diplomacies.

Turkey also makes cooperation agreements with regional and sub-regional organizations and is accredited to these organizations to deepen its strategic partnership with the continent. In this context, Turkey is accredited to organizations such as the African Union (AfB), the Economic Community of West African States (ECOWAS) and the Intergovernmental Authority on Development (IGAD). It has also become a member of the African Development Bank (AfDB) as an extra-regional donor. In 2008, Türkiye was accepted as one of the strategic actors of the continent at the African Union Summit by expanding its cooperation with regional and non-regional actors on the continent.

What are the factors that make Turkey a unique actor in African politics?

One of the most important factors that makes Turkey a unique actor on the continent is Turkey's humanitarian aid and development aid policy. Turkey has directly provided aid to those in need in Somalia and in other countries in Africa, especially with its humanitarian aid and development aid, and has implemented numerous projects to help these people live in better living conditions. It also contributed to the people's living in better conditions by contributing to the process of building the country's infrastructure. Government institutions and Turkish non-governmental organizations work together for aid activities. Türkiye organized conferences between the federal government and the Somaliland administration to contribute to the development of political stability in Somalia. To develop economic stability, agriculture is supported in African countries, and economic support is provided to women and men who are entrepreneurs. Thousands of African students received education in Turkey in 20 years. Currently, the number of students studying at Turkish universities is over 60 thousand, strengthening the educational and cultural aspects of Turkey-Africa relations in the long term.

Turkey also provides training opportunities to Somali soldiers and police in Turkey and Mogadishu to find a permanent solution to the security problem of Somalia, which has been experiencing security problems for many years. Turkey opened a Turkish military training base in Mogadishu in 2017 to build the Somali army and ensure permanent security in the country. Turkey's humanitarian and development aid policy in Africa does not only have an aid leg. Humanitarian aid policy also has political, social, economic, and security pillars. Turkey strives to ensure that aid activities contribute to a stable political, economic, and social transformation in the country by carrying out the strategic elements of its humanitarian aid policy in harmony. It should be emphasized that Turkey's human-oriented aid policies in African countries also create a strategic ground to deepen multifaceted relations with African countries. Turkey's new strategic approach in the African continent is based on the principle of state and non-state actors working together actively in the field. In other words, while Turkey provides humanitarian and development aid to African countries with state institutions such as the Turkish Cooperation and Coordination Agency (TIKA), Diyanet, Anadolu Agency, and Red Crescent, it also further increases its influence and visibility on the continent by strongly cooperating with Turkish non-governmental organizations.

New Geopolitical Dynamics in Türkiye-Africa Relations

While soft power policy was dominant in Turkey's Africa policy until 2016, both soft power policy and hard power policy elements began to be used after 2016. For example, the Turkish military training base opened in Somalia in 2017, the signing of defense and security agreements with more than 20 African countries, Turkey's protection of the National Accord Government in Libya against the attacks of the Libyan National Army in 2020, and the military camp in this country are the significant evidence that Turkey has been reformulating its Africa policy after 2016. Establishing a military base in Libya and Somalia can be shown as an important example of the new changing dynamics in Turkey's African policy.

Turkey's success in the field of defense industry in recent years has been followed carefully all over the world. Especially the success of Turkish unmanned aerial vehicles in Azerbaijan, Libya, and Ukraine has increased interest in Turkish drones in African countries and all over the world. With Turkey's increasing hard power policy in the African continent, Turkish defense industry products have begun to attract more attention in the different countries in Africa. As a result, Türkiye started to export more Turkish defense industry products to African countries. The increase in Turkey's capacity in the field of defense industry and the decrease in its dependence on the West in this field have paved the way for Turkey to play a more active role in the field of defense industry in African countries as well as in the different parts of the world.

In addition, after 2011, due to the Arab Spring and the political, economic, and security crises of the countries around Turkey, Turkey aimed to close the economic gap in its region by establishing more political and economic cooperation with African countries. After the unsuccessful coup attempt of the FETO terrorist organization in Turkey on July 15, 2016, one of the aims of Turkey's Africa policy is to actively fight against the FETO terrorist organization. The severe economic crisis that occurred in the world with the COVID-19 pandemic process and the Russia-Ukraine War negatively affected the whole world, as well as the economic system in Turkey. In the midst of this economic crisis, Turkey aims to alleviate the economic crisis in the country by launching an intensive commercial diplomacy move to further develop its commercial and economic relations with African countries.       

Particularly, Saudi Arabia, Egypt, and the United Arab Emirates have been disturbed by Turkey's increasing presence, especially in East Africa. Although Turkey has developed constructive political relations with these countries since 2022, Turkey's increasing geo-political power in this region continues to disturb the countries in the Gulf and in the Middle East. These countries continue to use their political, economic and military powers to reduce Turkey's increasing influence in this region. In addition, Turkey's increasing power on the continent is seen as a threat to the interests of Western countries. In this regard, it is of great importance for the future of Turkey-Africa relations that Turkey carefully analyzes the new geo-political dynamics on the continent while building its relations with the continent in the new period.

Conclusion

Turkey needs to strengthen its political, economic, security, and social policies with the African continent through scientific research or projects. Support from scientific projects is needed to carry out the activities of Turkish Embassies, Maarif Schools, Yunus Emre Cultural Centers, Diyanet Foundation, and TIKA in Africa more effectively. Moreover, simply having African students in Turkey for educational purposes is not enough to strengthen the cultural aspect of Turkey-Africa relations, but also encourages more students from Turkish universities to go to universities in Africa for educational purposes. What is more, Turkish students participating in the work of Turkish non-governmental organizations in African countries and in the social projects of state institutions in Africa will contribute to Turkish students getting to know Africa better. Turkey's ability to remain a permanent and effective actor on the African continent in the 21st century will be a process related to how it will evaluate its relations with the continent and respond to newly emerging dynamics. Turkey, which can evaluate its relations in Africa on a strategic level and sees the historical, social, and cultural dynamics of this continent as rich, will continue to remain a strong actor on the continent.

How to Cite:

Sıradağ, A. (2024). New Geopolitical Balances and Dynamics in Türkiye-Africa Relations. Blog Post, 24 May 2024, https://abdurrahimsiradag.blogspot.com/p/op-ed-articles-dusunceler.html.

 

Makale 2:

Güney Afrika Niçin Filistin Davasını Savunuyor?

Güney Afrika Cumhuriyeti 60 milyon nüfusu ile Hristiyan bir ülkedir ve coğrafi olarak Sahra-altı Afrika’nın en güney noktasında bulunmaktadır. Afrika kıtasının en büyük ekonomik gücüdür. Ülkedeki Müslümanların oranı yüzde 2 civarında iken beyaz nüfusun oranı ise yüzde 8 civarındadır. 50 milyon nüfusu ile siyahiler ülkedeki en büyük nüfusa sahiptirler. Güney Afrika’da apartheid sonrası kurulan tüm hükümetler Filistin davasına destek olmuş ve İsrail’in Filistinlilere karşı ırkçı ve baskıcı politikalarını eleştirmişlerdir. 7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze’de başlattığı soykırım politikasına karşı Güney Afrika Hükümeti Kasım 2023 tarihinde Tel Aviv deki tüm diplomatlarını geri çekmiş, Parlemento’da aldığı kararla İsrail’le tüm diplomatik ilişkilerini durdurma kararı almış ve İsrail’in Pretoria’daki Büyükelçiliği’ni kapatma kararı almıştır. Güney Afrika hükümeti Aralık 2023 tarihinde de Uluslararası Adalet Divanı’na İsrail’in Uluslararası Soykırım Antlaşması’nı ihlal ettiği gerekçesi ile dava açan ilk ülke olmuştur.

Güney Afrika hükümeti niçin siyasi, ekonomik ve askeri güce sahip olan İsrail’e karşı bu şekilde kararlı bir dış politika ve tutum geliştirebilmiştir? Bütüncül bir yaklaşım ile bu soruyu üç sebep ve dinamik ile açıklayabiliriz. Birinci dinamik ve faktör Güney Afrika’nın tarihi olarak yaşadığı aparheid rejimi politikalarıdır. Güney Afrika çok önemli jeopolitik konumu ve zengin madenleri sebebi ile eski sömürü Avrupalı ülkelerinin her zaman tarihi olarak hedefinde olmuştur. Ülkedeki yerli insanlara karşı ırkçı, baskıcı ve zalim uygulamalar 16. yüzyıldan itibaren başlamış ve bu sömürü sistemi 1948’de Ulusal Parti’nin  iktidara gelmesi ile tekrar canlanmıştır. Apartheid rejimi döneminde (1948-1994) Anayasa ile ırkçılık resmileşmiştir. Nelson Mandela’nın 1990 yılında 27 yıllık hapis hayatının son bulması ve 1994 yılında ülkede yapılan ilk demokratik seçimlerle Mandela liderliğindeki Afrika Ulusal Kongresi Partisi’nin seçimleri % 62 oy oranı ile kazanması ile ülkedeki ırkçı ve baskıcı rejim yıkılmıştır. Irkçı ve baskıcı apartheid rejimi döneminde ülkedeki çoğunluk nüfus olan siyahların siyasi, ekonomik ve toplumsal tüm hakları ellerinden alınmış, ülkenin tüm zenginlikleri ülkedeki azınlık nüfus olan beyazlara verilmiştir.

İsrail ile Güney Afrika’daki apartheid rejiminin kuruluş yılları aynıdır. İsrail uzun yıllar Apartheid rejiminin  çok önemli bir stratejik ortağı olarak kalmıştır. Örneğin, İsrail apartheid rejimine silah ve teknoloji alanında her türlü desteği vermiş hatta İsrail, apartheid rejimi ile nükleer silah satımı konusunda gizli müzakerelerde bulunmştur. İsrail ile apartheid rejiminin en önemli ortak özellikleri ırkçı, baskıcı ve zalim olmalarıdır. Bugün Güney Afrika’da zengin ile fakir arasında çok büyük bir boşluk bulunmaktadır. Bugün ülkedeki işsizlik oranı % 45 civarındadır. Ülkedeki en önemli sermaye kaynakları ya da maden kaynakları halen beyazların kontrolündedir. Ülkedeki tüm eşitsizliklerin kaynağı apartheid reijminin ırkçı ve baskıcı politikalarıdır. Güney Afrikalı siyahilerin tarihte yaşadığı ırkçı ve baskıcı politikaları bugün Güney Afrikalı siyasetçilerin ve siyahi halkın Filistin’de yaşanılan ırkçı ve baskıcı uygulamalar karşısında sessiz kalmalarını önlemektedir. Mandela hükümeti 1995 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (PLO)’nü bir devlet olarak tanımıştır ayrıca 1995 yılında Filistin’i ziyaret ederek Yaser Arafat ile görüşmüş ve Filistn davasına destek vermiştir. Mandela Filistin’in bağımsızlığına kavuşmadan Güney Afrika’nın gerçek anlamda bağımsız bir ülke olamayacağını ifade ederek Güney Afrika’nın Filistin’e olan sonsuz desteğini göstermiştir.

Diğer ikinci bir neden ve faktör ise ülkede bulunan Hint kökenli Müslüman işadamlarının ve Hint kökenli Müslüman siyasetçilerin ülke siyasetine olan etkisidir. Ülkede Hintli Müslümanların nüfusu yüzde 2 gibi olsa bile ülkedeki güçlü ekonomik faaliyetlerinden dolayı ülke siyasetinde de etkilidirler. Ayrıca Hint kökenli müslümanlar ülkede bazı önemli siyasi görevlerde de bulunmaktalar.  Örneğin ülkede 2009 ile 2014 yıllarında dışişleri bakan yardımcısı olarak görev yapan İbrahim İbrahim, Robin Adası’nda Mendela ile birlikte siyasi mahkum olmuş ve burada 15 yıl hapis hayatı geçirmiştir. Dolayısı ile Güney Afrika’daki Müslümanların Filistin davasına olan duyarlılıkları gerek ülkedeki siyasi karar alıcılar üzerinde etkili olmasına gerekse toplumda bu konuda bir farkındalığın oluşmasında önemli bir rol oynamaktaıdr.

Üçüncü güç ve dinamik ise Mandela ile birlikte iktidara gelen hükümetlerin batı odaklı uluslararası sistemi eleştirmeleri ve yeni stratejik alternatiflerin ortaya çıkmasında aktif rol oynamalarıdır. Diğer bir ifade ile, 1994 yılında Afrika Ulusal Kongresi Partisi’nin iktidara gelmesi ile birlikte Güney Afrika hükümetleri hem batı odaklı uluslararası örgütlerin politikalarını eleştirmiş hem de Batılı devletlerin tutarsız dış politikalarını en güçlü şekilde eleştiren ülkelerden biri olmuştur. Bu bağlamda Güney Afrika 2010 yılından beri Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in içinde olduğu BRICS örgütüne üye olmuş ve dış politikasını çeşitlendirme konusunda çok önemli adımlar atmıştır. Ülkenin gerek kıtadaki jeopolitik gücü ve gerekse dünya politikasındaki konumu Güney Afrika’yı İsrail’in ırkçı, baskıcı ve acımasız politikaları karşısında Filistin’i aktif bir şekilde savunma konusunda önemli sorumluluk yüklemektedir. 


Kaynak:

Sıradağ, A. (2024).  Güney Afrika Niçin Filistin Davasını Savunuyor? Blog Post, 30 Nisan 2024, https://abdurrahimsiradag.blogspot.com/p/op-ed-articles-dusunceler.html


Op-ed Article 2: 

Why Is South Africa Defending the Palestinian cause?

South Africa is a Christian country with a population of 60 million and is geographically located at the southernmost point of sub-Saharan Africa. It is the largest economic power in the African continent. While the rate of Muslims in the country is around 2 percent, the rate of the white population is around 8 percent. With a population of 50 million, black people have the largest population in the country. All the governments established in South Africa after apartheid supported the Palestinian cause and criticized Israel's racist and oppressive policies against the Palestinians. In response to the genocide policy initiated by Israel in Gaza after October 7, the South African Government withdrew all its diplomats from Tel Aviv in November 2023, decided to suspend all diplomatic relations with Israel with the decision taken by the Parliament, and closed the Israeli Embassy in Pretoria in December 2023. The South African government became the first country to file a lawsuit against the International Court of Justice (ICJ) because Israel violated the Convention of International Genocide

Why is the South African government able to develop such a determined foreign policy and attitude towards Israel, which has significant political, economic, and military power? With a holistic approach, we can explain this question with three reasons and dynamics. The first dynamic and factor is the policies of the apartheid regime that South Africa experienced historically. Due to its important geopolitical location and rich mines, South Africa had always been the target of historical exploitation by the former European colonial countries. Racist, oppressive, and cruel practices against indigenous people in the country began in the 17th century, and this system of exploitation was revived when the National Party came to power in 1948. During the apartheid regime (1948-1994), racism and segregation were made by the Apartheid Constitution officially. The racist and oppressive regime in the country was overthrown with Mandela winning the first democratic elections with 62% of the votes held in the country in 1994. During the racist and oppressive apartheid regime, all political, economic, and social rights of the black people, who were the majority population in the country, were taken away, and all the wealth of the country was given to the whites, the minority population in the country. The Mandela government recognized the Palestine Liberation Organization (PLO) as a state in 1995, and also visited Palestine in 1995, met with Yasser Arafat, and supported the Palestinian cause. Mandela showed South Africa's endless support for Palestine by stating that South Africa could not become a truly independent country without Palestine's independence.

The founding years of Israel and the apartheid regime in South Africa are the same. Israel remained a very important strategic partner of the Apartheid regime for many years. For example, Israel provided all kinds of support to the apartheid regime in the field of weapons and technology and even held secret negotiations with the apartheid regime regarding the sale of nuclear weapons. The most important common features of Israel and the apartheid regime are that they are racist, oppressive, and cruel. There is a huge gap between the rich and the poor in South Africa today. Today, the unemployment rate in the country is around 45%. The most important capital resources or mineral resources in the country are still under the control of whites. The fundamental reason for all the inequalities in the country was the racist and oppressive policies of the apartheid regime. The racist and oppressive policies experienced by South African black people throughout history prevent South African politicians and black people from remaining silent against the racist and oppressive practices experienced in Palestine today.

The second reason and factor is the influence of Indian-origin Muslim businessmen and Indian-origin Muslim politicians in the country on the country's politics. Even though the population of Indian Muslims in the country is around 2 percent, they are influential in the country's politics due to their strong economic power in the country. In addition, Muslims of Indian origin also hold some important political positions in the country. For example, İbrahim İbrahim, who served as deputy foreign minister in the country between 2009 and 2014, was a political prisoner along with Mandela on Robin Island and spent 15 years in prison there. Therefore, the sensitivity of Muslims in South Africa to the Palestinian cause plays an important role in both influencing the political decision-makers in the country and raising awareness of this issue in society.

The third force and dynamic is that the governments that came to power with Mandela criticized the Western-oriented international system and played an active role in the emergence of new strategic alternatives. In other words, with the African National Congress Party coming to power in 1994, South African governments both criticized the policies of Western-oriented international organizations and became one of the countries that most strongly criticized the inconsistent foreign policies of Western states. In this context, South Africa has been a member of the BRICS organization, which includes Brazil, Russia, India, and China, since 2010 and has taken very important steps in diversifying its foreign policy. The country's geopolitical power both on the continent and its position in world politics imposes a significant responsibility on South Africa to actively defend Palestine against Israel's racist, oppressive, and brutal policies.


How to Cite:

Sıradağ, A. (2024). Why Is South Africa Defending the Palestinian cause? Blog Post, 30 April 2024, https://abdurrahimsiradag.blogspot.com/p/op-ed-articles-dusunceler.html


Makale 1: 

Türkiye Niçin Somali’de? 

1923 yılında Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte yeni Cumhuriyet’in Batılı kimliği uzun yıllar Türk dış politikasını yönlendiren en önemli faktör olmuştur. Türkiye Batılı kimliğinden dolayı Osmanlı Coğrafyası ile ilişkiler geliştirmemiştir veya bu ilişkileri en düşük düzeyde tutmuştur. Yeni Cumhuriyet’in benimsediği Batı kimliği Osmanlı Coğrafyası ile ilişkiler geliştirmeyi kendi geleceği için büyük bir tehdit olarak algılamıştır çünkü Osmanlı Coğrafyası ile ilişkilerin geliştirilmesi Türkiye’nin Batı kimliğine göre I. Dünya Savaşı ile yıkılmış olan Osmanlı Devleti’nin yeniden canlandırılması olarak tanımlanıyordu, ki bu durum ülkenin kurucu elitleri için kabul edilemez bir durumdu.

Osmanlı Devleti döneminde şu anki Afrika haritasına göre takriben 15 ülke Osmanlı toprakları içindeydi. Dolayısı ile Osmanlı Devleti’nin Balkan, Asya, Ortadoğu kimliklerinin yanında çok güçlü bir Afrika kimliği de bulunuyordu. Osmanlı Devleti Afrika kıtasında 4 asır hakimiyet kurmuştur. Batı kimliği uğruna Türkiye’nin Afrika’daki tarihi unutulmuş ve bu tarihin unutulması ile Türkiye’nin ikili ilişkiler geliştireceği alan sadece Batı dünyası olmuştur. Oysa ki Afrika kıtasında çok kanlı ve vahşi bir geçmişe sahip olan Batılı ülkeler, Afrika kıtası ile ya da sömürdüğü coğrafyalar ile ilişkilerini her zaman en güçlü bir şekilde korumuşlardır. Türkiye ise tarihte çok büyük bir medeniyete ev sahipliği yapmış olan Osmanlı Devleti’nin Afrika kıtasındaki tarihi mirasını reddetmiş ve coğrafi olarak, psikolojik ve zihniyet olarak kendisini çok küçük bir devlet olarak kabul etmiştir.

AK Parti hükümetleri Osmanlı Coğrafyası ile ilişkilerini canlandırmak için çok önemli adımlar atmaktadır. Bu durumu Batılı ülkelerin özellikle tanımladığı gibi Yeni-Osmanlıcılık olarak değerlendirmemek gerekir çünkü Batılı aktörler Yeni-Osmanlıcılık kavramını özellikle Türkiye'nin eski Osmanlı coğrafyası ile ilişkilerine zarar vermek, bu eski Osmanlı coğrafyalarında bulunan ülkeleri kışkırtmak için özellikle kullanmaktadırlar. Oysa eski Osmanlı Coğrafyası ile ilişkilerin geliştirilmesi Türk dış politikasının çeşitlendirilmesi, Türkiye'nin Batı'ya olan bağımlılığının tamamen ortadan kaldırılması ve Türkiye'nin tam ekonomik ve politik bağımsızlığı için hayati derecede önemlidir.

AK Parti elitlerine göre Türkiye’nin benimsediği Batı odaklı dış politikası Türkiye’nin milli çıkarlarının gelişmesi için uygun değildir ve Türkiye’nin hem eski Osmanlı Coğrafyası içindeki Afrika ülkeleri hem de diğer Afrika ülkeleri ile stratejik ilişkiler geliştirmesi Türkiye gibi tarihi derinliği olan ve jeopolitik olarak önemli bir konuma sahip olan bir ülke için zorunlu olarak görülmüştür. Türkiye’nin AK Parti hükümetleri döneminde gerek Somali ile gerekse diğer Afrika ülkeleri ile güçlü ilişkiler geliştirmesini AK Parti döneminde değişime uğrayan yeni dış politika kimliği ile açıklayabiliriz.

 Kaynak:

Sıradağ, A. (2024). Türkiye Niçin Somali’de? Blog Post, 17 March 2024, https://abdurrahimsiradag.blogspot.com/p/op-ed-articles-dusunceler.html

   


Op-ed Article 1:

Why is Türkiye in Somalia?

With the establishment of the Republic in 1923, the Western identity of the new Republic became the most important factor guiding Turkish foreign policy for many years. Due to its Western identity, Turkey did not develop relations with the Ottoman State or keep these relations at a minimum level. The Western/Secular/Kemalist identity adopted by the New Republic perceived developing relations with the Ottoman Geography as a great threat to its own future, because the development of relations with the Ottoman Geography, according to Turkey's Western identity, was seen as the revival of the Ottoman Empire, which was destroyed by World War I. This situation was unacceptable for the founding elites of the country.

During the Ottoman Empire, according to the current African map, approximately 15 countries were within Ottoman territory. Therefore, the Ottoman State had a very strong African identity in addition to its Balkan, Asian, and, Middle Eastern identities. The Ottoman State kept control over the African continent for 4 centuries. Turkey's history in Africa was forgotten for the sake of its Western identity. However, Western countries, which have a very bloody and brutal past in the African continent, have always maintained their strongest relations with the African continent or the geographies they exploited. The New Turkey, on the other hand, rejected the historical legacy of the Ottoman Empire, which hosted a great civilization in history and accepted itself as a very small state geographically, psychologically, and mentally.

AK Party governments are taking very important steps to revitalize their relations with the former Ottoman Geography. This situation should not be evaluated as Neo-Ottomanism as specifically defined by Western countries, because Western actors specifically use the concept of Neo-Ottomanism to damage Turkey's relations with the former Ottoman geography and to provoke the countries in these former Ottoman geographies. However, developing relations with the former Ottoman Geography is vitally important for the diversification of Turkish foreign policy, the complete elimination of Turkey's dependence on the West, and Turkey's full economic and political independence.

According to the AK Party elites, the Western-oriented foreign policy adopted by Turkey is not suitable for the development of Turkey's national interests, and Turkey should develop strategic relations both with African countries within the former Ottoman Geography and also with other African countries because it is necessary for Turkey that has historical depth and geopolitical importance in world politics. We can explain Turkey's development of strong relations with both Somalia and other African countries during the AK Party governments with its new foreign policy identity that changed during the AK Party period.


How to Cite:

Sıradağ, A. (2024). Why is Türkiye in Somalia? Blog Post, 17 March 2024, https://abdurrahimsiradag.blogspot.com/p/op-ed-articles-dusunceler.html     

 

 

Research Article: Turkey as a New Security Actor in the Horn of Africa

    Abstract: Due to having unique geographical location, the Horn of Africa is one of the most important strategic regions in the world...